öğretmen

ÇOCUKLARI NEDEN DÖVMELİYİZ 1

Yer Van, Van’ın en ücra sınır köylerinden biri. Köy değil mezra, mezradaki tek gözlü okulun –ki bu okul mezra gibi unutulmuş, terk edilmiş ve bir köşeye atılmış gibi garip- öğretmeniyim(asker öğretmen).
Sabah erkenden gidip sobayı yakıyorum. Soba yakmayı bir türlü beceremezsem de bu uğraşıdan müthiş bir zevk alıyorum. Beni çok uğraştırmasına rağmen vazgeçmedim erkenden sobayı yakmaktan(yakmaya çalışmaktan da diyebiliriz). Her tarafım is oluyordu. Oysa çocuklar çok çabuk yakıyorlardı. Onlardan öğreniyorum sobayı hızlı yakma yollarını. Sınıf ısınmış oluyordu çocuklar geldiklerinde. Çünkü çoğunun doğru dürüst ne botu ne de montu var. Evet, yerde birkaç karış kar, hava ayaz ve bazı çocukların ayaklarında terlik… Montsuz gelenler var. Nasıl oluyor da hasta olmuyorlar diye hep hayret etmişimdir. Bizi hasta eden şeyin soğuk değil de sıcağa olan sevdamız olduğunu çok sonraları anladım.

Her gün kendimce iyi giyinmeye çalışarak, özel okuldayken nasıl giyiniyorsam öyle gidiyorum okula. Oysa istediğim kıyafetle pekâlâ gidebilirim. Hatta ‘Hocam ne gerek var kotu çekip gitsene’ diyenler oluyor. Ben ‘böyle alışmışım’ diye cevap veriyorum soranlara. Nasıl titremişsem-kendimce- eski öğrencilerimin üzerine öylece titriyorum zaten bunca zamandır öğretmenden-okuldan mahrum kalan öğrencilerin üzerine. Onlar bana alışıyor, ben de onlara alışıyorum. Kürtçe de öğrenmeye başlıyorum onlardan. Bu öğrenme çabamdan müthiş keyif alıyorlar. Konuşma girişimlerime çok gülüyorlar. Bir bağ kuruluyor aramızda. Bana bir şeyler öğretmeye çok hevesliler.

….
İlk günleri hatırlıyorum; çocuklar çekingen, korkak ve bir o kadar mahcup bir halde geliyorlardı sınıfa. Onlarla konuşmaya, kendimi anlatmaya, espri yapıp rahatlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Sanki böyle bir işaret bekliyormuş gibi başlıyorlar konuşmaya, espri yapmaya bana sorular sormaya. Doğrusu o ilk günler çok enteresan bir deneyimdi benim için. Sınıfta gülebilen öğrenciler öğrenmeye de yatkın oluyorlar bu kesin.
Çoğunun doğru dürüst kıyafeti olmadığı gibi okul araç gereci de yok. Mezradan ilçeye haftada bir gidenler oluyor. Her hafta gidemiyorlar, gitseler bile kaç çocuğun malzemesini alabilirler ki….’Öğretmenim babam şu gün gidecek, bu gün gidecek hepsini alacak ‘diyorlar ama biliyorum ki babası gitmeyecek, gitse de hemen almayacak alsa da hepsini almayacak. Öyle de oluyor ve uzun bir süre sadece defterle gelip gidiyor çoğu. Kalemlerini son atomuna kadar kullanmaya çalışıyorlar. Yerde kimsenin kayıp eşyası olmuyor, silgilerden silgi tozu yapılmıyor, defterlerde hiç boşluk olmuyor. Yerdeki kalem, silgi kimin diye sormuyorum. Az olunca kıymetli oluyor demek. O anda kolejde kayıp kutusu aklıma geliyor. Kimsenin sahip çıkmadığı kalemler, silgiler, hatta kıyafetler…
Bunun bu şekilde devam edeceğini anlayınca hemen çalıştığım okulla irtibata geçip durumu anlattım. Çok hızlı bir şekilde çocuklara ve okula iki üç yıl yetecek kadar malzeme gönderdiler. En son okuttuğum sınıftaki öğrencilerim gönderdikleri malzemelerin arasına zarifçe mektuplar iliştirmişler. Çok güzel mektuplardı. Çocuklardan da gelen mektuplara cevap yazmalarını istedim döndüğümde okul panosunda sergilemek için. (Sergiledik ve çok güzel oldu) Gelenler arasında: Montlar, pantolonlar, kazaklar, çantalar, ayakkabılar, defterler, kitaplar, boya kalemleri vb. Çocuklarda bir neşe, bir bayram havası ve bende bu neşeyi seyretmenin verdiği inşirah duygusu…

Birçoğu okumayı bile unutmuş olarak geldi. Son sınıfa gidip de okumakta zorlanan çocuklar var. Diğer sınıfların durumu ise apayrı. Sabahın erken saatlerinde 4 ve 5. Sınıf öğrencileri atlarını otlayacakları dağlara götürüp derse geliyorlar. Öğleden sonra da atların olduğu yere gidip akşama kadar onları otlatıyorlar. Öğleden sonra 1, 2 ve 3. Sınıflarlar ders yapıyoruz. Zamanla anaokuluna veya kreşe gitmesi gereken çocukları da sınıfa alıyorum. Sıralarda 4-5 kişi oluyordu. Birkaç hafta devam etti sonra küçükleri evlerine gönderdik ama gelmekte ısrar ediyorlar ağlayıp sızlıyorlar mecburen tekrar alıyorum onları sınıfa. Okulu sevmiş olmaları güzel. Bu beni epey mutlu ediyor. Çok sonraları fark ediyorum ki okul günlerinde ne kadar çok yorulduğumu. Saatlerce ayakta nöbet tuttuğum günlerde bile o kadar yorgun olmuyordum. İlk defa o zaman fark etmiştim öğretmenliğin yorucu olduğunu ve bu yorgunluğun bedensel olmaktan ziyade mental bir yorgunluk olduğunu… Ama çocukların bu kadar kısa sürede gözle görülür değişimler görmek beni hem şaşırtıyor hem de heyecanlandırıyor. Onların öğrenmeye ne kadar aç olduklarının bir göstergesi bu. Siz bir adım atıyorsunuz onlar size koşarak geliyorlar. Köyü sevmem için bir sebebim daha oldu.
Gel zaman git zaman köye bir öğretmen atanıyor. Bu benim gitme zamanımın geldiğini gösteriyor. Çanlar beni için çalıyor. Çocuklarla artık ayrılmamız gerekiyor.

devamı diğer yazıda.
2009

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

To Top