Yazar Köşesi

KÜÇÜK ADAMLA KÖYDE

Köye Gittikten Bir İki Gün Sonra

– Eeee Küçük Adam, köyü güzel buldu?
– Kim köyü güzel buldu?
– Diyorum ki köy güzeldir?
– Eee
– Ne esi lo? Köy diyirem köy. Köyü sevdi?
– Kim köyü sevdi baba? Haaaa, tamam! Soru ekleri olmayınca unutuyorum soru sorduğunu.
– De bakalım öyleyse bizim köy bihemtadır?
– Bihemta nedir bilemedim ama valla baba köy möy bulamadım.
– Nasıl? Anlamadım.

– Köy yok ortalıkta. Google’dım gelmeden önce. En son otuz yıl önce köy olarak geçiyor burası. Önce belediye sonra da mahalle olmuş. Alış artık baba, burası bir mahalle.
– Yav evlat, lafın gelişi. Benim için burası her zaman köy olarak kalacak.
– Köy sevdanı anlayabiliyorum. Amma velakin istediğin kadar köy de, ortalıkta köy göremedim ben.
– Evlat isim değişmekle öz değişmez ki. Köy işte burası.
– Benim köy hayalim öyle bir yer değildi. Nesin Matematik Köyü gibi bir yer bekliyordum açıkçası. Evet taş evlerini sevdim. Lakin burası dünyanın herhangi bir yerinden pek de farkı olmayan bir yerleşim yeri. Taş evlerini saymasak, kendine özgü renkleri solmuş, kültürü erimeye yüz tutmuş, kendine has yaşam biçimi, yeme içme alışkanlıkları, düğünleri, evleri farklılaşmış, konuşmalar televizyon dizilerindekilerle aynı olmuş; ne tavuk kalmış, ne inek. Köyde keçi, koyun, eşek ara ki bulasın. Marketten yumurta, süt, peynir, yoğurt, domates, biber alınan bir köy mü olur ? Hani nerde tandır ekmeği? Halam da olmasa tandır ekmeğiyle müşerref bile olamayacağız.

– Tamam lo, köyü gömdüğün yeter. Aa, biz sana köyün güzelliğini anlatasın ‘ Vay be baba çok güzel bir köyde büyümüşsün’ dersin diye soru sorduk, sen sözü nerelere getirdin. Beni köyden iki dakikada soğuttun.
– Doğruya doğru, emperyalizmin gücü her yerde. Geçen düğüne gitmiştik ya. Ben zurna, kemençe, halay bekliyordum. Orkestra vardı. Ankara havaları ve Rihanna’nın Diamond’u çalıyordu. İnsan, Tivorlu İsmail’i çağrırır da eeee, aaaaa, oooo der eğlenirdik.
– De git Allah aşkına, git de meymiye yardım et, dama yatakları serecek. Gece biraz yıldızları say da ufkun gelişsin.
– Baba her yerde ışık var. Burada da yıldızlar görünmüyor maalesef.
İki Hafta Sonra
– Vayy babo Midyat’tan geldi?
– He geldi. Sen tarladan geldi? Abov lo yüzüne ne olmuş öyle?
– Yorulmuşam ağam. Yoksam bir şeyim yoktır.
– Ben onu dememişem, yüzün diyrem ne olmuştır?
– Toprakla oynamışam ağam ondandır.
– Vallaha şimdi tam bizim köylü olmuşsun ha. Kapkara olmuşsun oğul. Ben bunu daha önce neden düşünemedim. Yatıraydım seni öğle sıcağında damda, arada bir çevireydim, bana daha çok benzeyecektin. Annen görse tanımaz ha. Böyle daha iyi olmuştur. Ne öyle Avrupalılar gibi bembeyaz yüz! İnsan coğrafyasına göre şekillenir evlat. Saçını da siyaha boyadık mı tamamdır.
– Ağam sen benimle eğlenirsen?
– He valla öyle edirem.
– Şiven de tamamdır. Artık köye yerleşek, sana birkaç koyun, birkaç inek aldık mı tamamdır ha. Çobanlık edersin. Ben senin yaşındayken…

Küçük Adam’la köye gidelim atalarının yerini yurdunu görsün, tanısın, bilsin sevsin dedik demesine de pişman etti gittiğimize. Bir sorgu bir sual. Bitmedi eleştirileri. Neymiş efendim köylü neden kültürüne sahip çıkmamış, hayvancılığı bırakmış, tarla ve bağları eskisi gibi ekip biçmemiş? Hazıra alışmış, ekme biçme alanlarını boş bırakıp tüketime yönelmiş falan filan. Köydeki sefalet de neymiş? Ama sağlam argümanlarla atağa geçiyor, beni boşluğa düşürüyordu. Ufacık çocuğa tarım ve hayvancılık politikalarının çiftçileri/köylüleri hangi çıkmazlara sürüklediğini nasıl anlatabilirdim ki… ‘Köylü milletin efendisidir’ sözünün altı tamamen boşaltılınca ne diyebilirdim ki…
Güzele ait ne varsa tespit edilip savaşılıyor güzelim ülkemde. Bu savaş kazanılınca hepimiz kaybetmiş olacağız. Birileri sanki karış karış gezip, güzel olan her şeyin ocağına incir ağacı dikiyor. Şehirler zaten felç, köyleri de yaşanmaz hale getirilelim diye karar almışlar sanki. Aslında zenginliğin, kaynakların fazla, ama hırsızların çok daha kalabalık ve güçlü olduğunu nasıl anlatabilirdim ki … Küçük Adam haklı. Beraber köylerin ve ülkemin ruhuna fatiha okuduk. Ama enseyi karartmaması gerektiğini de dilim döndüğünce uzun uzun anlattım. O da ‘ha tamam öyleyse hallederiz’ diyerek, çelik çomak oynamaya gitti.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

To Top