‘Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, yok olmak. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.’ Albert Camus (SİSİFOS SÖYLENİ)
İlkokuldayken öğretmen, ‘ölümün bir yokluk olduğunu ve her şeyin ölümle biteceğini’ söylemişti. Sınıftaydım birden bir şeyler oldu. Her şey karardı, spot ışıklar masamı aydınlattı, uzay boşluğu gibi bir yerdeyim. Sesler kesildi, kapkaranlık bir ortam … Okuldan kaçan, teneffüsleri son saniyesine kadar kullanan ben, durdum ve düşündüm. Nasıl yani? Öğretmen devam etti konuşmasına. Başka konulara ama ben başka bir şey duymuyorum. ‘Yok olacağız’ Bugün varım, yarın yokum. Yok olmak. Bu söz beni aldı ve okula başlamadan önceki zamana götürdü.
Yaşım Çok Küçük Evdeyim
Ölüm denen kavramı ilk defa babaannemin ölümü üzerine düşünmeye başladım galiba: Ölüm nedir? Nasıl ve niye gelir? Nereye götürür? Evdeyim.
Evin içi kalabalık, çok kalabalık. Evimiz hep kalabalıktı ama bu seferki kalabalık çok hareketli, ağlıyor, sağa sola koşuşturuyor. Babam ağlamaklı, ağladı mı hatırlamıyorum ama üzgün olduğunu hatırlıyorum. Ölüm zihnimde bir yer etmiş bildiğim bir şeyler var ölüm hakkında. Biri ölür ve onu toprağın altına gömerler. Babaannem ölmüş olmalı bu bağırışlar, ağlamalar ondandır. Yani toprak altına konulacak. Oğlu buna nasıl izin verir? Karanlık ve soğuk olmalı diye düşünüyorum. Babam üzgün. Annesini seviyor demek ki. Ama toprak altında yalnız bırakma fikri… Bu ne yaman çelişki kimse sevdiğini toprak altına gömmez.
Babaannemle aramız iyiydi. Hatırlıyorum. Ona nane şekeri almaya giderdim Şen Bakkaliyesi’ne, bana da verirdi şekerlerden. Yaşlı ve güleç yüzü alkıma geliyor. Hayal meyal hatırladığım az anılardandı bunlar.

Tekrar Sınıftayım
Okuldan çıkıyorum. Yok, olmak, olmamak, hiç yaşamamış olmak. Ne tuhaf şeyler, şimdi varım ama sonra yokum. Yok olmak, olmamak gibi değil. Olmamış olsaydım, yok olmayı dert edinmezdim. Ama aklım bunu kabul etmiyor. Oyunlardan keyif almamaya başlıyorum. Ne kırlarda koşuşturmak ne zambak toplamaya çıkmak ne de mahalle maçlarına çıkmak istiyorum. varoluşçu zekam peşimi bırakmıyor. Düşünce deneylerim başlıyor. Düşünce deneylerim başlıyor. İşin içinden bir türlü çıkamıyorum. Günlerce düşünüyorum, akşamları gökyüzünü kendime yorgan yaptığım damda yıldızları seyrediyorum. Orada yaşadığımı düşünüyorum. Orada da yok olur muydum? Belki de yok olmak sadece bizim dünyada geçerlidir. Öyleyse oraya gitsem mi? Ya da bunu öğretmene sorup, yıldızlara ne ile gidebileceğimi öğrenebilsem. Öğretmen kızdı. Tuhaf tuhaf baktı. Öğretmenimden ses yok.
Tekrar Evdeyim Babaannem Öldüğü Gün
Annem benim de ağladığımı görünce, elimden tutup oturuyor yanıma ve anlatıyor:
-Babaannen, çok güzel bir dünyaya gitti. Gittiği yer çok güzel bir yer, hem oraya genç olarak gitti. Biz de seninle onu ziyarete gideceğiz, diyor. Birden evimizin bir köşesinden yer yarılıyor ve alt tarafa inen merdivenler çıkıyor ortaya. Işıklar içinde annemle oraya(babaannemin yeni dünyasına) el ele iniyoruz. Ve bendeki ağlama sona eriyor. Mutlanıyorum. Dışarı çıkıp oyun oynuyorum. Unutuyorum babaannemin ölümünü. Belki de sevmeye başlıyorum, buluşmak varsa yolun sonunda yol güzel olmaya başlıyor.

Okuldan Çıkıyorum
Ölüm diyorum, yok olmak… Aklımdan çıkmıyor. Evin damına çıkıyorum. Aşağı bakıyorum, çok yüksek, aşağısı kayalık. Damın en uç kısmına kadar ilerliyorum. Beynimi meşgul eden bir sorunun peşinden gideceğim. Ölümden sonra yok olacak mıyım yoksa var olmaya devam mı edeceğim? Defalarca çıkıyorum dama atlamak için ama bir türlü bırakamıyorum kendimi boşluğa. Atladıktan sonra ya ölmez de sakat kalırsam diye korkuyorum ve benim deney hevesim o korkumla bitiyor. Merakım, korkuma yenik düşüyor. Ama içimde bir yer, yok olmanın saçmalığını bağıra bağıra söylüyor. Oysa öğretmenim ‘yok olacağız’ diyor. Onun sözleri kanundu oysa. İlk defa o zaman başkaldırıyorum. (Keşke bu başkaldırmayı bütün eğitim hayatım boyunca devam ettirebilseydim) Uslu bir çocuk olma yerine ‘hey öğretmen, ne dediğinin farkında mısın? Bana izah et neden ve nasıl yok olacağımı, bunca börtü böceğin, koyunların ineklerin, ağaçların var olma sebebini anlat. Yok olacaksam, neden var olduğumu anlat. Beni bu kör kuyuya atma sebebin nedir? Bari diyorum kapkaranlık dipsiz kuyuda elime bir mum, bir fener tutuştursaydın’ diyebilseydim. Demedim, diyemedim… Fehmi
‘’demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.’’
İsmet Özel





